Trust if only it's enough...

27 Oca 2010

Babalar,çocuklar,devletler,katiller...

Radikal Gazetesi web sayfasından alıntıdır.

KARİN KARAKAŞLI (Arşivi)

Okullarda dönem sonu yaklaşırken, bazen sınıflarda film izliyoruz. Bu haftanın başında benim şansıma Uçurtma Avcısı düştü. Afganistan’ın acılı yakın tarihini ailelerin ve kuşakların hikâyesi üzerinden veren filmde, ihanet ve sadakat, kardeşlik ve düşmanlık kavramları bir ömür süren ödeşmeler üzerinden oya gibi işleniyordu. Çünkü pişmanlıkla birlikte içine bir kez “Neden böyle ettim?” sorusu kaçmışsa, ne denli inkâr etsen de hayatın, hep o yanıtı aramak ve hikâyeni bir Allahın kuluyla paylaşmayı ummakla geçecektir. Filmde Kâbil’in gökyüzünde uçurtmalar uçuşurken bir baba oğluna kendi aradığı bir yanıt olduğunu da itiraf edercesine şöyle diyordu: “Yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir. Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun. Anlıyor musun?”Gözümü yeniden kırptığımda İstanbul göğünde kar taneleri vardı. O taneler, kalabalıkla birlikte durduğumuz yerde başımızı kaldırıp da camdan bize haykıran genç adama öylece bakarken gözümüzün içine yağıyordu. “Ben bu dünyanın camını çerçevesini kırmak istiyorum. Önce şu Agos’un güvenlik camlarını indirmek istiyorum. Babamın büstü var içeride, onu da kırmak istiyorum. Çünkü ben büstleri değil, insanları seviyorum” diyordu o genç adam. “Üç yıl sonra neredeyiz? Neler yaşandı biliyor musunuz?” diye soruyordu. Biliyor musunuz, aslında anlıyor musunuz sorusuydu. Biliyoruz diye bağırdı binlerce insan.

Öldürenleri övmek

Bilenler artık tek bir seste ortaklaşıyordu zaten. Bir gün önce gazeteci Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca’nın Sincan F Tipi Cezaevi’nden tahliye edilmesi dolayısıyla aralarında Hrant Dink’in ailesinin de yer aldığı siyasi cinayet mağduru 16 aile, ibretlik gerçeği haykırmıştı: “Asıl üzücü olan tetikçilerin yüceltilmesi, maddi ve manevi olarak desteklenmesidir. Ses getiren cinayetleri işleyenlere evlenme teklifleri gelmesi tüm dünyada sık rastlanan bir toplumsal psikoz örneği. Ancak katillerin örgütlü şekilde cezaevinden kaçırılması, anı fotoğrafı çekilmesi, eli kanlı kişilerle gurur duyulması ne üzücü ki ülkemize has bir görüngü ve moda olmuştur. Katillerin kahraman ilan edilmesini, katillikten sermaye biriktirilmesini, katilliğin ranta çevrilmesini kınıyoruz. Ağca ve benzerlerini, düşünceyi kurşunla susturmaya çalışan, kurbanını tanımadan öldürenleri övmek insanlık suçudur.”Çocuklar, babalarının devamıdır. Hayatın sürekliliği, ölümlü dünyanın ölümsüzlük ihtimalidir. Devletler de sürekliliğe büyük önem verir. Devletin bekası sözünün ağırlığı bu yüzden kendinden önce gider. Ama mesele bu bekanın ne üzerinde sağlandığı. Yurttaşlar üzerinden mi, katiller üzerinden mi...Arat, adaletine güvenmediği bu ülkede, üç yıldır yurttaşın üzerinden sağlanacak bir beka umuduyla yaşıyor. “Üç yıl önce babama ağlarken, hayatımın en kötü gününde öfke içindeyken, siz şaşkınlığı eklediniz ona. Üç yıl önce sizin sayenizde içime umut doğdu. Sizinle birlikte babamın üç yılının hesabını soracağımızı ümit ediyorum” diyor. Sadece o üç- dört tetikçinin değil, Valiliğin nasıl mahkemeyle dalga geçtiğini paylaşıyor. Hepimiz Ermeniyiz diyen bir kalabalığa da katiller üzerinden sağlanmaya yeltenen bekanın tarihsel bilançosunu anımsatıyor: “Biz bu ülkede yüzde 20’ydik, bugün binde bir bile değiliz. Yüzyıl önce avdık şimdi yem olmuşuz, yem.” Bir ülke kendi kaderini şu basit denklemle belirler. Devlet olarak neyinle övünüyorsun; katilinle mi, yurttaşınla mı? Yurttaşlarını neye göre ayırıyorsun? Katli vacipler ve yaşamasına icazet verilenler olarak mı? Peki asıl öldürmeye çalıştığın ne? Kendini açık etme korkun mu? Neyi saklıyorsun öyleyse? Nedir bu kadar kanla gizlemeye çalıştığın? Nedir bizden topluca çalınan?Günlük hayatları dökülen ve hesabı verilmeyen kanla parçalanmış tüm aileler, adaleti tecelli ettirmeyen bir devletin, katiliyle anılan bir devletin yurttaşı bilinmenin nasıl da haram bir yaşam olduğunu haykırıyor. Alınan nefesin, içilen bir yudum su, ağza atılan bir lokma ekmeğin zûl olduğunu. Çünkü katilleri yüceltmek, devletleri rakımsız kılar. Bir daha hiçbir özlü sözün, andın, resmi açıklamanın kurtaramayacağı bir alçaklığa tutsak eder, belini doğrultamazsın omurgan kalmadığından. Ararat ya da Ağrı, sınırın iki yanında da ayrı hikâyeleri ortak umutta birleştiren vakur bir dağdır. Keyfine göre bir görünüp bir yok olmasıyla, nice söylenceye konu oluşuyla biriciktir. Arat Dink de bu ülkenin biricik evladıdır. Tıpkı babası gibi, Türkiye’yi anlatan bir adamdır. Eş, kardeş, evlat, torun vs. ailenin tüm diğer fertleri ile birlikte halen burada kaldığı için Türkiye’yi yaşanılır kılan insandır. O, 19 Ocak konuşması yapmadı. Babasını da sırtladığı bir koca dünyada, ezim ezim getirilmeye çalışılan erkeklik gururunu geri aldı. Dünyanın en muhteşem konuşma ve yazılarının Hrant’ı geri getirmeyeceğini biliyoruz. Kaybedeceğini kaybetmiş olanların anlayabileceği bir bilgiyle biliyoruz. Onlardan, bizden, hepimizden çalınan canın yerine konacak bir can yok. Telafi yok, teselli yok. O yüzden kimse üç- beş tetikçiye verilecek birkaç yıllık cezaları adalet diye yutturmaya çalışmasın. Arat’ın sözünden utansın. O vakur isyanda buluşmak, öfkeden umut, hınçtan sevgi, kalleşlikten adalet damıtmanın yolunu gösteriyor. Duvarlara toslaya toslaya, el yordamıyla aranan bir yolu. Bir oğul, babasına reva görülenin isyanında hepimize yeniden o yolu sundu. Devlete katilinden değil yurttaşından bilinme yolunu. Hepsi bu.

VE/VEYA