Trust if only it's enough...

25 Şub 2009


Festivali’nde 4 ilde 15 ülkeden 45 film sizlerle…
Bu yıl yedincisi düzenlenen Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali, 9-15 Mart 2009’da İstanbul’da, Fransız Kültür Merkezi ve İstanbul Modern salonlarında, ardından 20-21 Mart’ta Manisa, 5-6 Nisan’da Urfa ve 11-12 Nisan’da Trabzon’da olacak…
Tema bölümünde bedenimizi mülkiyet, siyaset, şiddet ve savaş alanı yapanlara, bedenimizi yasaklar, yasalar, ayıplar, utançlar, tacizler, dayaklarla zapt edenlere çuvaldızı bol filmler var. Ama aynı bizim de bedenimizi bu zapturapta ve diyet, güzellik, estetik sektörlerine yer yer teslim edebildiğimizi de es geçmeyen bol iğneli filmler var.
Kadınların Sineması bölümünde, emekleri, tarihleri, siyasette, sinema setlerinde var olma mücadeleleri, zorunlu ya da gönüllü deneyimleri, aradıkları, düşleri yani kadınların kamerasından kadınlar, başkaları, kadınların dünyası ve dünyaya bakışını yansıtan filmler var…
Film gösterimlerinin yanı sıra dört ilde de yapılacak “Kadın Bedeninin Seyri: Sinema, Beden, Cinsiyetçilik” paneli, film okuma atölyesi ve yönetmenlerle söyleşilerin de olacağı festival, 2008 Türkiye Sineması Cinsiyetçilik Ödülleri / 1. Altın Bamya’ya da ev sahibeliği yapıyor…
Bakalım kadın hakları hakkında , kadınlara uygulanan şiddete karşı bilinçlendirmek ve kadınlara toplumsal cinsiyetin nelere yola açtığını göstermek, bu konuda bilinçlendirerek, kadının toplumdaki farkındalığını arttırmak amacıyla yapılan çalışmalar bakalım ne yönden bakıldığında daha işe yarar, benim tabirimle daha fazla HAYAT KURTARICI olacak ? Toplumdaki yer dediğimizde de özellikle Türk toplumunda aslında aile içinde hakim olan anaerkil yapının şu an ki haline gelmesine ya da en azından şu an olduğu gibi düşünülmesine neden olan ne acaba ? Koskoca büyük okyanusu aşarak, kaynağını YENİ DÜNYA'dan alan WE CAN DO İT naralarının havada uçuştuğu Feminizm akımının bir yansıması mı ?...

22 Şub 2009

Sevin Okyay'dan Oscar yorumları...

Nasıl bir oyunculuk?

Oscar ödülleri belli oluyor. Ödül sezonu iyice hız alıp son durağına yaklaşırken, insanların en fazla merak ettiği şeylerden biri de, Danny Boyle ile filmi "Slumdog Millionaire"in bu yarışın nihayetinde Oscar alıp alamayacakları. Gerçi "The Curious Case of Benjamin Button / Benjamin Button'ın Tuhaf Hikâyesi" daha fazla sayıda kategoride aday ama, şimdiye kadar kayda değer bir başarı kaydetmediler. "Slumdog Millionaire" ile yönetmeni ise, girdikleri her yarışmadan muzaffer bir şekilde çıktı.Merak edilmeyecek gibi değil. Ama, belki de oyunculuğa çok önem verdiğim için, beni yönetmen ve filmden çok oyunculara ilişkin dört kategori ilgilendiriyor: En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu. İçlerinden bazıları, daha önceki ödül törenlerindeki zaferleri ile öne çıkmış durumda. Eleştirmenlerin seçimlerini göz önüne almıyorum, çünkü o zaman tahminde bulunmak mümkün olmuyor. Başka adaylar ortaya çıkıyor. Örneğin Kadın Oyuncu'da Sally Hawkins (Happy-Go-Lucky) birkaç eleştirmen grubunun seçtiği oyuncu olmuş. Michelle Williams da, !f İstanbul'da izleyeceğimiz "Wendy & Lucie" ile sürpriz yapmış.En İyi Kadın Oyuncu dalının baş favorisi ise, "Revolutionary Road" ve "The Reader" ile Kate Winslet, tabii. İngiliz aktris, "Sense and Sensibility"den beri altıncı kez Akademi Ödülü'ne aday oluyor. Kendisi, şimdiye kadar sunduğu örneklere bakılırsa, ödül kabul konuşması yapma konusunda arızalı. Elleri dört bir yana savrulurken, yaşlı gözlerle ve dağınık bir şekilde ona buna teşekkür ediyor. Özellikle İngiliz gazeteleri onun kabul konuşmalarına takmış durumda. Ne var ki bu durum, Winslet'in En İyi Kadın Oyuncu ödülünün en şanslı adaylarından biri olmasını engellemiyor. Ancak, iki dezavantajı da var. Birincisi, bütün gayretlerine ve yürüttüğü kampanyaya rağmen, Akademi'nin onu "The Reader / Okuyucu" ile En İyi Yardımcı Kadın değil, En İyi Kadın dalında aday göstermiş olması. Oysa Altın Küreciler Winslet'in bu yoldaki ricasını kabul etmişti.İkinci dezavantaj ise, Meryl Streep'in varlığı; daha ziyade, "Doubt"ta Rahibe Aloysius Beauvier rolündeki performansı. Doğrusu Streep'in karakteri insanı etkiliyor. Ama belki de filmin adındaki "şüphe"ye en uzak kişi olduğu için. Biraz dikkat edince/düşününce, oyuncunun aslında filmi başından sonuna kadar bir maskeyle götürdüğünü fark ediyorsunuz. Karakter de buna müsait. Winslet ise, hem "The Reader"da, hem de "Revolutionary Road"da incelikli, nüanslı performanslar sunuyor. (Ben şahsen ilkini terchi ederim.) Ne var ki, aktörler, 1131 üyeyle Akademi'nin en kalabalık grubunu oluşturuyor (yüzde 22), kendi meslek kuruluşları SAG da, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü Streep'e verdi. Ne var ki, Winslet de o listede "The Reader" ile En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu kategorisinde yer alıyordu ve o da kendi dalında ödüle kavuştu. Bakalım aynı dalda kapıştıklarında sonuç ne olacak? Rahibe Aloysius, Akademi'nin sevdiği türde "özürlü" bir karakter, Streep'in abartılı tek telden oyunu onlara cazip gelebilir diye düşünüyorum. Öte yandan, "Rachel Getting Married"i izlemiş olanlar, Anne Hathaway'den bir sürpriz beklenebileceğini söylüyor.En İyi Erkek Oyuncu dalında da benzer bir rekabet durumu var. Bu sefer, "The Wrestler" ile dört dörtlük bir geri dönüş gerçekleştiren Mickey Rourke ile "Milk"te nefis bir Harvey Milk kompozisyonu çizen Sean Penn arasında. Rourke, şampiyonluk günlerini geride bırakıp emekliye ayrılmış pankreascı Randy "The Ram" Robinson'ın geri dönüşünde hayli inandırıcı. Bıçak sırtı cazibesine uzun yıllar hayran kaldığımız aktör, son filminde fizik olarak çok farklı bir tip çiziyor. Bu da Akademi üslubunda bir karakter diyeceğiz ama, hatırlarsanız Altın Küre de aldı. Belki en doğrusu, izleyenleri kolayca etkileyen türden bir rol demek. Gerçi Rourke (sonradan temsilcisi yalanlasa da), gazetecilere "Sean'u izledim, olmamış" gibilerden bir demeç verdi ama, Sean Penn'in "Milk"teki oyunu mukayese kabul etmez. Kendisi için bile kalburüstü ki, Penn, gördüğümüz en iyi aktörlerden biridir. "The Visitor"daki Richard Jenkins gibi, o da sade, sessiz bir oyun tutturmuş. Rourke'u daha şanslı buluyorum ama gönlüm Penn'den yana. Bu arada, adaylıkta kalacağını düşünsem de, Frank Langella'ya da kusursuz Nixon'ı için hürmetler. Kendilerini otuz yıl öncesinin Kont Drakula'sı olarak da hâlâ hatırlarız. Gelelim yardımcı oyunculara: Heath Ledger, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu kategorisinin favorisi gibi görülüyor. Josh Brolin, "Milk"teki Dan White rolüyle bir-iki yerde Joker'in önüne geçti ama, tören sezonunun başından beri hemen hemen herkes Heath Ledger'a gıyabında ödüller veriyor. Bence öldüğü için değil, gerçekten çok iyi oynadığı için. Yönetmeni Chris Nolan da, onun senaryoda yazılı olanlardan yepyeni bir Joker karakteri yarattığını söylüyor. Nicholson'a selam olsun! Robert Downey Jr. ise, nefis kompozisyonuna rağmen bir komedide oynamanın ceremesini çekecek bence. Ödül gediklilerinden Philip Seymour Hoffman da, en çok oyuncunun aday olduğu filmde oynamanın kurbanıdır belki. Aslında herkesi olağanüstü performanslara alıştırdığı için sadece "iyi" oynaması yetmiyor artık. Aynı filmle, "Doubt"la aday olan diğer iki kişiye, Amy Adams ve Viola Davis'e gelince, ilki daha vakti varmış gibi görünüyor ama, daha çok dizilerde oynamış Davis, kısa rolünde tek kelimeyle harikulade. Gene de, "Viky Cristina Barcelona"da yırtıcı bir oyun çıkarmış Penelope Cruz'un ya da belki Marisa Tomei'nin ödüle daha yakın olduklarını düşünüyorum. Akademi, coşkusu ve isyanı içinde bile ölçüyü elden bırakmayan ekonomik oyuncuları sevmez pek. Belki de en heyecanlısı, birkaç branşta favorilerin dışındaki adayların Oscar'a kavuşması olur.

Bakalım hayatın neredeyse her adımındaki yarışlar gibi bu şaşalı bol ödüllü ve seyircili yarışın kazananları kim olacak...

Medyanın son (!) kurbanı : Jane GOODY


İngiltere'de 2002 yılında Biri Bizi Gözetliyor yarışmasına katılarak ün kazandığı düşünülen Jane Goody, geçen yıl yakalandığı rahim ağzı kanserinin de büyük etkisiyle medyanın ilgi odağı oldu. (!) Nedeni de hem yarışma sırasında hem de öncesindeki çalkantılı hayatıydı :S Yani tam olarak medyanın istediği malzemeydi. Genç kadın ölmeden önce beyaz gelinlik giyeceği bir düğün yapmak istedi. Tabiki de medya boş durmadı. Genç kadının son arzusu olarak yapılacak olan düğünden medya sayesinde 1 milyon sterlin kazanacak olan kadın, bu fırsatı ölmeden önce çocuklarınınn geleceği için yaptığı bir yatırım olarak görüyor.(!) Ancak iğrençleşen ve haddini aşan medya genç kadının ölüm anına kadar onu takip etmekte ısrarlı... Hatta bazı internet siteleri Jane Goody'nin ölüm tarihi ve saatini bilenlere i-Phone 3G hediye edeceğini açıklamış (!)
Medyanın bu sınır tanımaz, aşağılık ve de kabullenilemez davranışları ne gariptir ki (!) bazı çevreler tarafından etik olup, olmadığı konusunda tartışmaların başlamasına neden olmuş...
Burada sorun kim de ya da nerede ? Bir insanın yaşamının son anları ve de hastalığı ile boğuştuğu zor anları nasıl olur da para ile satılabilir hale gelebilir ?
Etik olup, olmamasından da öte bu sanki APAÇIK BİR İNSANLIK SUÇU.
Yaşam ne zamandan beri sterlin ile ifade edilir olabildi ya da bir i-Phone ile ?
Bu ve benzeri şeylere sahip olabilmek için bu kadar küçülebiliyor muyuz ?...

!f İstanbul Başlıyor !


Değişime, dönüşüme, harekete kendinden başlayan ve bunu herkese öneren 8. !f İstanbul AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali 12-22 Şubat tarihlerinde bizi bekliyor ! Program ve festival içeriği bu yıl genişetilerek, internetten yapacağınız film seçimleri ile yani hangi gün hangi filme gideyim ki kaygısını da en aza indirebiliyorsunuz. Hatta sitede bir hesabınız olmuş oluyor ve gitmeyi planladığınız filmleri oraya girdiğiniz de hangilerini seçtiğiniz konusundaki görüşlerinizi de interaktif bir biçimde paylaşmış oluyorsunuz.
Ayrıca festival süresi boyunca her gün hem internet vasıtasıyla hem de basılı olarak ulaşabileceğiniz festival günlük gazetesini !FZINE çıkarıyor !
Daha da fazlası yarışma kapsamında uluslararası jüri “sinemada cesur hikaye anlatımı, teknik ve tarzda yenilik” kriterleriyle “İlham Veren Yönetmen”i seçecek.Ve bu şekilde Türkiye'deki genç yönetmenler teşvik edilmiş olacak (!)
Festival boyunca blogu sayesinde de her gün güncellenen bilgileri, haberleri, gelişmeleri takip edebilirsiniz. http://blog.ifistanbul.com/
Peki bu ve benzeri gerçekleşen veya gerçekleşecek olan festivaller halka yani aslında Türkiye toplam nüfusunun kaçta kaçına ulaşabiliyor ? Tabiki bu yıl internet kaynaklı bilgiye ulaşımın arttırılması ile internetin geniş erişim ağından faydalanılmaya çalışılmış ama bu durum ne kadar etkili ? Yani istatistiksel olarak Türkiye'de kaç genç internet imkanlarından yararlanabiliyor ? Yararlansa bile SİNEMA onlar için ne ifade ediyor ? Farkındalıkları geliştirerek, algıda fazlaca seçici olmamamızı sağlamak açısından, yani belki de bir anlamda bu gibi sanatsal aktivitelere olan kulak dolgunluğumuzu arttırmak açısından önemli. Daha tanıdık gelsin, daha bildik hissedelim...

Festival ile ilgili detaylı bilgi için http://2009.ifistanbul.com/

21 Şub 2009

Vatan-daşlar,ruh-daşlar,fiş-daşlar...

Bacak kadar çocuklara simsiyah önlükler giydirip her sabah tek sıra and içiren, kimse pencerelerden dışarı bakamasın diye sınıf pencerelerini külrengine boyayan, yaratıcılıktan ziyade ezberciliği, bireyselleşmeden ziyade sürüleşmeyi, eleştirel düşünceden ziyade sorgusuz sualsiz itaati belleten ve sistematik dayak içeren Türk eğitim sistemi okuma-yazmayı FİŞlerle öğretmişti hepimize. Her öğrencinin küçük, kişisel fişleri vardı, bir de sınıf tahtasında asılı devasa fişler. O devasa fişlere baka baka her çocuk kendi minik fişlerine çekidüzen verirdi. Sonra okurduk hep bir ağızdan: TUT-ALİ-TO-PU-TUT… YA-KA-LA-A-Lİ-YA-KA-LA… İçimize, hücrelerimize sinmiş. FİŞ demek EMİR KİPİ demek toplumsal bilinçaltımızda. FİŞ demek yakalanacak birileri, tutulacak bir hedef var bir yerlerde demek. Şartlanmışız, bekliyoruz tetikte. Karatahtadan gelen emir kipini duyar duymaz, biz de pür nizam cici cici oturduğumuz sıralarda kendi minik fişlerimize çekidüzen vereceğiz. Sağım solum, önüm arkam düşman oldu öğretmenim. İlerde, iki sıra önümde sol görüşlü bir öğrenci var, dili kürek kadar, sorguluyor sistemi, YÖK’ü protesto ediyormuş, duydum, kan revan yediği coplara rağmen kafasına, düşünemesin, aptal olsun diye coplar hep kafayı hedef alır, ama hala utanmadan düşünüyor öğretmenim, TUT-A-Lİ-TUT. İki sıra arkamda türbanlı bir kız öğrenci, hem okumak, eğitim ve meslek sahibi olmak hem de türban takmak istiyormuş öğretmenim, İkisini birden aynı anda, TUT-A-Lİ-TUT.
Üç sıra önümde bir Ermeni oturuyor, demek hala Ermeniler kalmış bu memlekette, silememişiz hepsini, kovalamışız kendi evlerinden, valla doğrusu bir şey yaptığını görmedim; ama Ermeni asıllı olması başlı başına kabahat değil mi öğretmenim, TUT-A-Lİ-TUT. Arka sıralarda oturan şu kadın feministmiş öğretmenim, memnun değilmiş toplumsal, kültürel ve kurumsal düzeyde tıkır tıkır işleyen ataerkillikten, cinsiyetçilikten, Güldünya isimli bir kadın öldürüldü diye tepki duyuyormuş , ona ne oluyorsa, TUT-A-ALİ-TUT.
En öndeki öğrenci yazar mı, şair mi, kalem ehli imiş öğretmenim, hayal kurabilmek istiyormuş, kursun kurmasına da kendisine saklasın hayallerini, yok illaki yazacak, kaleme alacak, hayalleri sakıncalı, TUT-A-Lİ-TUT. Bir de şuradaki akademisyeni gözüm tutmuyor öğretmenim, entelektüel toplum yukarıdan aşağı değil aşağıdan yukarıya akmalı, tepeden inme kurallarla değil sivil toplumda harekete geçen kişisel ve kolektif dinamiklerle yenilenmeli, değişmeli, demokratikleşmeli diyormuş öğretmenim, TUT-A-Lİ-TUT…
Hepsini yakaladım tuttum öğretmenim, fişlerime yazdım teker teker isimlerini, cisimlerini. Ama hala varlar. Ne kadar çoklar. Neyse ki çok olduklarının farkında değiller. Çünkü birbirlerini dinlemekten acizler. Olanca güçlerini birbirlerini dinlemekten acizler. Olanca güçlerini birbirlerini didiklemeye ayırmaktalar öğretmenim. Sol görüşlü öğrenci türbanlı kız ile, sağ görüşlü gazeteci bir feminist kadın ile hiçbir ortak noktası olamayacağına körü körüne inanmış, birbirlerini karalamakla meşguller. Ben bunları tutmasam da olur öğretmenim. Nasıl olsa birbirlerine dil uzatmaktan fırsat bulup da ortak noktalarını, ezilmişlik paydalarını konuşmaya, o ortak payda üzerinde yükselerek sistemi beraberce dönüştürmeye, demokratikleştirmeye ve sadece vatan-daş değil, aynı zamanda fiş-daş da olduklarını görmeye zaman bulamayacaklar.
BI-RAK-A-Lİ-BI-RAK… TUT-MA-SAN-DA-O-LUR…


Elif ŞAFAK (Med-Cezir Yazıları)

VE/VEYA